22 Kasım 2010 Pazartesi

BİYOÇEŞİTLİLİK KAYBINA DAİR PİYASA TEMELLİ ‘ÇÖZÜMLERE’ HAYIR!

La Via Campesina’nın Nagoya bildirisi :

Uluslararası çiftçi hareketi “La Vıa Campesina” Japonya’nın Nagoya şehrinde 18-29 Ekim tarihlerinde düzenlenen Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonu (CBD / BCK) 10. Taraflar Konferansına (COP / Conference of the Parties) katılmaktadır. Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’nin aile tarımı yapan topluluklarının kadın ve erkek temsilcileri, gezegenin doğal kaynaklarının çılgınca ticarileştirilmesini ifşa ve reddetmek amacıyla burada bulunmaktalar. Çevre krizinin çözümü için geçerli yöntemler mevcuttur: çeşitliliği sürdürülebilir çiftçilik ve aile tarımı yoluyla sağlayabilecek kültürel çeşitlilik, ve biyoçeşitliliğin yerel topluluklarca kontrolü.

Doğanın Özelleştirilmesi ile Biyoçeşitliliğin Kaybı Elele Gitmektedir

Her ne kadar BM 2010 yılını “uluslararası biyoçeşitlilik yılı” olarak ilan etmiş olsa da, CBD biyoçeşitliliğin tahribatını durdurmaya yönelik hedeflerini tutturamamıştır. Biyoçeşitliliğin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesinin ulaştığı yeni seviyeleri göz önüne aldığımızda bu şaşırtıcı bir durum değil: ekosistem hizmet ekonomisi yoluyla, şirketler ve onların işbirlikçi hükümetleri tüm tohumlara, ormanlara, hayvanlara ve çiftçi topluluklarının pratiklerine bir pazar değeri atfetme stratejisi geliştirmekteler. Bu, insan ve çevre haklarının en berbat ihlallerinden biri olarak, onları birer yatırım, ticaret ve spekülasyon nesnesi olarak görmeyi mümkün kılar.

Çiftçilerin, uygulamalarının ve tohumlarının, binlerce yıldır biyoçeşitliliği yenileyip geliştirdiği iyi bilinmektedir. Çiftçiler orman tarımı, balıkçılık ve meracılık yoluyla yaban hayat biyoçeşitliliğini de korumuşlardır. Ancak, bu kaynakların özelleştirilmesi ve çiftçilerin kendi bölgelerinden uzaklaştırılması sonucunda biyoçeşitlilik de yok edilmiştir. Tohum endüstrisinin gelişmesi ve aynı dönemde köylü tarımının inanılmaz bir hızla azalmasıyla doğrudan bağlantılı olarak, son yüzyılda tarımdaki genetik çeşitliliğin %75′i yok olmuştur. Endüstri, doğal kaynakların ele geçirilmesi ve pazarlanması amacıyla, çiftçilerin ve yerel toplulukların sahip oldukları köylü tohum çeşitliliğini yeniden üretmek yoluyla korumalarını ve tarım uygulamalarını sürdürmelerini engellemek için bir çok yöntem kullanmıştır.

Doğal kaynakların yerel toplulukların kontrolünden çıkartılması dünyanın her yerinde çevrenin ve insanlığın yıkımına neden olmuştur: endüstriyel tarım yüksek miktarlarda su, böcek ve yabani ot ilacı, ve kimyasal gübre kullanmaktadır. Endüstriyel tohumlar, organik maddelerin sentetik/kimyasal girdilerle ikame edilmesi sonucunda toprağın karbon tutma yetisini kaybederek güçsüzleşmesine yol açar. Nakliye, tarım makineleri, ve suni gübre ve benzeri fosil yakıt türevlerinin girdi olarak kullanılması iklim değişikliğine olumsuz katkıda bulunmaktadır. Doğanın endüstriyelleşmesi surecinde çiftçi toplulukları sadece tohumlara ve yetiştirdikleri hayvan türlerine değil, hüküm sürdükleri bölgelere de erişimlerini kaybetmektedir: toprak, su ve kıyı kaynakları. Her nerede toprak ve ekosistem yokolursa, sayısız halkların da gıda egemenliği yok olarak yerini fakirlik ve sağlıksız endüstriyel gıdaya bırakır. Biz çiftçiler ve küçük ölçekli gıda üreticileri, dünya pazarlarına agroyakıt dahil olmak üzere daha fazla endüstriyel ürün üretmeye yönelik geniş ölçekli spekülatif arazi ele geçirmeleri yoluyla topraklarımızdan atılmaktayız. Binlerce yıldır biyoçeşitliliği yaratıp koruyan bizlerin kaynaklara erişimi “koruma arazileri” adı altında men edilmektedir. Oysa bu esnada şirketler, haksız biçimde sürdürülebilir olduğu iddia edilen okaliptüs ve palmiye ağaçlarından oluşan monokültür çöllerinde kereste istismarı yapmaktadır.

Mevcut krizi göz önüne alındığında, köylülerin, yerel toplulukların ve sahip oldukları bilginin önemi çok büyüktür. Bu geleneksel bilgiler, kullanıcıları tarafından ortaya çıkarılan ve topluluğun tamamının serbestçe kullanımına sunulan yeni icatlar ve yerel olarak kontrol edilen teknolojiler yoluyla sürekli olarak zenginleştirilmiştir. Bu bilgiler özelleştirilmemeli ve kullanımı yasaklanmamalıdır. Biz kadın ve erkek çiftçiler, bir yandan hayati kaynaklarımız -toprak, su ve binlerce yılda yarattığımız biyoçeşitlilik- bir çok hükümetin desteğinde bir kaç çokuluslu şirketin çıkarı için bizden çalınmaktayken, resmi belge ve konuşmalarda biyoçeşitliliğin koruyucusu olarak araçsallaştırılmayı reddediyoruz. Nagoya’daki CBD’de ve Cancun’daki UNFCCC iklim müzakerelerinde aşağıdaki temel haklara saygı gösterilmesini talep etmek üzere bulunmaktayız.

COP 10: Biyoçeşitliliğin ve İklimin Ticarileştirilmesi Tırmanışta

Sel, kuraklık, erozyon, su kontaminasyonu ve biyoçeşitliliğin kaybı gibi çok ciddi çevre krizleriyle karşı karşıyayız. İklim, biyoçeşitlilik ve diğer çevre konularıyla ayrı ayrı uğraşan uluslararası kurumlar bir arada çalışmaya başladılar. Ancak bu, aynı zamanda “biyokütle”, “ekosistem hizmetleri”, “karbon piyasaları” gibi yeşil kisve altında gezegen kaynaklarını ticarileştirmeyi amaçlayanların, çabalarını koordine etmeleri için de bir fırsat sunmaktadır. Nagoya’da biyoçeşitlilik gündemi ile iklim değişikliği birbirine çok daha yakın hale getirilirken, bir taraftan da 2009′da Kopenhag’daki BM İklim Konvansiyonuna sunulan piyasa çözümleri CBD benzeri diğer kurumlara da aktarılmaktadır.

Agroyakıtlar, REDD ve TEEB

Agroyakıtlar arazi spekülasyonunu arttırırken, karbon emisyonlarının düşürülmesine dair hiç bir katkıda bulunmamıştır. ‘Birinci kuşak’ denen agroyakıtlar, çok yüksek miktarlarda arazi, su ve kimyasal girdi kullanımı gerektiren mısır, şeker kamışı, palmiye ağacı veya jatropha gibi monokültürlere dayanmaktadır. ‘İkinci kuşak’ agroyakıtlar genellikle genetiği değiştirilmiş ot, ağaç ve alglara dayanmaktadır ve sadece ürünleri değil aynı zamanda tüm bitki materyalini de tehdit etmektedir. Bunlar daha fazla enerji verimi taşımadığı gibi, genetik kontaminasyon yoluyla gıdamızı ve yabani türleri tehdit altına almak suretiyle tehlike yaratmaya devam etmektedirler. İki yöntemde de üretim, kullanıma sunulan enerjiden daha fazla enerji kullanımına ihtiyaç duyurmaktadır. Üretimin sağlanacağı arazilerin hazırlanması için gerekli olan doğal ormanların yok edilmesini hesaba kattığımızda agroyakıtlar atmosfere yüksek oranda karbon salınımı gerçekleştirir hale gelmektedir. Bazı hükümetlerce yoğun olarak sübvanse edilen agroyakıtlar, Yeşil kisvesindeki bir başka yüksek kârlı iş alanıdır.

REDD (Reducing Emissions from Deforastation and Forest degradation / Orman kaybı ve bozulması kaynaklı salınımların azaltılması) de iklim ve biyoçeşitliliğin ticarileştirilmesini hızlandırmaktadır. REDD aracılığıyla, Avrupa’daki kirlilik yaratan bir sanayi, Brezilya, Endonezya ve diğer Güney ülkelerindeki uzak yağmur ormanlarından karbon kredisi satıl alma yoluyla salınımlarını düşürme yükümlülüğünden kaçmaktadır. REDD ile esasen salınım indirimi gerçekleşmediği gibi, ağaç monokültürleri yoluyla da biyoçeşitlilik tehdit altına girmektedir. Üstelik CBD’deki “koruma arazileri”nde olduğu gibi köylü çiftçiler ve yerel halklar tarım arazilerinden ve topraklarından da kovulmaktadırlar.

Nagoya’da, biyoçeşitliliğin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi hükümetlerin katkısıyla şirketler tarafından saldırganca on plana çıkartılmaktadır. TEEBS [the Economics and Ecosystems of Biodiversity], biyoçeşitliliğin ekonomisi ve ekosistemleri, gibi programlar, aynı zamanda çiftçi topluluklarının arazileri ve topraklarını teşkil eden doğaya dair her bir parçanın -arazi, hayvanlar, tohumlar, su- piyasa fiyatlandırması içerisine girmesinin yolunu hazırlamaktadır. Fide yetiştirmenin, ekosistemlerin, iklim düzenlerinin ve toprak verimliliğinin karmaşık yapıların “ekosistem hizmetleri” olarak adlandırdıkları bir sistemde tamamen basitleştirilerek karbon kredisine benzer tarzda ticareti yapılabilir hale getirilmeleri amaçlanmaktadır. Bu yaklaşımlar sadece şirketler ve hükümetler tarafından desteklenmekle kalmayıp, aynı zamanda biyoçeşitliliğe parasal bir değer atfetmeye çalışan bilim insanlarından oluşan Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetlerarası Bilim Politikaları Platformu İPBES’den [İntergovernmental Science Policy Platform on Biodiversity and Ecosystem Services] de kuvvet almaktadır.

Yeni ve Yükselen Teknolojiler

CBD hal-i hazırda, canlı organizmaları kontrol etmeyi ve onlardan yeni metalar yaratmayı hedefleyen, ancak çok az bilinen veya tartışılmış olan teknolojileri değerlendirmeye almaktadır. “Sentetik biyoloji” ve “jeomühendislik” de bunlara dahildir.

Sentetik biyoloji, bakteri benzeri yeni organizmalar üreten kimyasal maddeleri birleştirerek doğada var olmayan yaşam türleri yaratma teşebbüsüdür. Bu tarz bakterilerin bitkilerdeki şekerden enerji üretebilecekleri, böylece fosil yakıtların yerini alacakları iddia edilmektedir. On milyonlarca dolarlık araştırmaya mal olmalarının yanı sıra, bu teknolojiler çevre üzerinde yaratacakları henüz bilinmeyen ve kontrol edilemeyecek etkiler nedeniyle son derece tehlikelidirler.

Jeomühendislik tekno-tamirler yoluyla iklim krizini çözmeyi vaat eden bir başka yeni teknolojidir. İklim değişikliği adına, stratosfere sülfat pompalanması, güneş ışığının azaltılması, veya atmosferden karbonu ayırmak için tarlalara muazzam oranlarda karbon parçacıkları yerleştirme (biyokömür) projeleri önerilmiştir. Bunlar, arazileri, denizleri ve atmosferi yok edecek, yürütülmesi imkansız derecede geniş ölçekli projelerdir. Hal-i hazırda bu teknolojilerin denetimini gerçekleştirecek bir kurum söz konusu değildir. Sosyal hareketlerin ve sivil toplumun baskısıyla CBD geçmişte steril ‘Terminatör’ tohumları ve okyanus döllenmesi (mikroskopik algların karbon tutmasını tetikletmek için denize binlerce kilometre karelik demir parçacıkları bırakmak) konularındakı moratoryumları teyit etmişti. Ancak bu moratoryumların kaldırılması için sürekli biribaskı, ve jeomühendislik ve sentetik biyoloji konularında yenilerinin hayata geçirilmesi konusunda da çok az bir istek bulunmaktadır.

Gerçek Çözümler: Yerel halkların topraklarının ve arazilerinin kontrollerini ellerinde bulundurarak biyoçeşitliliği korumalarına ve iyileştirmelerine izin verilsin.

Yaşamı Özel Mülkiyete Dönüştürmeye Hayır!

Yaşamı ticarileştirmek, yaşamla yatırımda ve yeni spekülasyonlarda bulunmak amacıyla, ekosistemler ve biyoçeşitlilik piyasa fiyatıyla değerlendiriliyor. Via Campesina bu yaklaşımı reddediyor. Biyoçeşitlilik, yaşayan organizmaların kendilerini özgürce çoğaltmalarına dayalıdır. Biyoçeşitlilik, çoğalmasının ve kullanımının kontrol edileceği bir endüstriyel mülk haline gelmemelidir. Bugün, bütün organizmalar, onların parçaları, genleri ve özellikleri farklı şekillerde mülk haline getiriliyor. Ayrıca, çoğalmaları, üremeleri için gerekli olan teknik ve bilgiler hızla endüstrinin fikri mülkiyet hakkı haline getiriliyor. Endüstrinin bu mülkiyet iddialarının hiçbiri meşru değildir. Bunlar, çiftçilerin ve yerel halkların kendi ekolojik pratikleri ile ve doğayı bir ortak kamu varlığı olarak ele alarak bioçeşitliliği sürdürmelerini engellemektedir. Toprağın, suyun ve tohumların özel mülkiyete dönüştürülmesi milyonlarca ailenin geçimine ve de gıda egemenliğine ve evrendeki hayata şiddetle zarar veriyor.

Endüstri, ticarileştirdiği ürünleri elde etmekte kullanılan biyolojik kaynakların kökenine dair bilgi sağlamayı reddediyor. Bu, yerel halklardan ve ilgili pay sahiplerinden bu kaynakların kullanım koşullarına dair izin almak ve onlara açıklama yapmaktan kaçınmak için yapılıyor. Bu sadece fikri mülkiyeti ilgilendiren bir konu değil, aynı zamanda hayvancılık gibi herhangi bir ticareti de ilgilendiren bir yükümlülüktür. Biyolojik kaynakların kullanımı, kullanım hakkı ve yerel halklar tarafından talep edilebilecek herhangi bir telafi hakkı anlaşması yapılmadan asla gerçekleştirilmemelidir. Bitki türleri, hayvan ırkları ve birçok ekosistem, onlara bakan ve koruyan halklar olmadan yaşamına devam edemez. Biyolojik kaynaklara erişim ve onların kullanımı her zaman bu halklar tarafından tayin edilen ortak kullanım hakları çerçevesinde olmalıdır ve özel mülkiyet iddialarına maruz bırakılmamalıdır. Ayrıca, endüstri ve sorumsuz hükümetlerin uygulamaları, biyoçeşitlilik, iklim ve çevre üzerinde sebep oldukları tahribatlardan sorumlu tutulmalıdır.

Evrenin karşı karşıya olduğu son derece önemli çevre krizine ilişkin gerçek çözüm, yaşayan varlıklar için yıkıcı olan özel mülkiyet ve teknolojilerde değildir. Biz müşterek kamu varlıkları üzerindeki özel mülkiyet taleplerini reddediyoruz- ister patentler şeklinde olsun, ister bitki koruma planları, ister çeşitli tohumların tek tip ve homojenleşmiş endüstri tohumları yüzünden yasaklanışı şeklinde olsun. 1960lardan beri köylüler 1.9 milyon ekin türü üretirken, Yeşil Devrim’in bitki yetiştiricileri sadece 8.000 endüstriyel ekin satışa çıkardılar. Biz kendi tohum türlerimizle Dünya nüfusunun %70’ine sağlıklı gıdalar sağlıyoruz ve aynı zamanda da toprağın sağılığını ve ekosistemi koruyoruz. Biyoçeşitliliğin yok olmasına ve çevre krizine karşı gerçek çözüm gıda egemenliğinin hayata geçirilmesidir: hem yaban hayatını hem de tarım ekosistemlerini koruyan ekolojik yöntemlerle yerel gıda üretimini sağlamak. Bu amaca ulaşmak için, hükümetlerin gıda ithalatını kontrol etme hakları olmalı ve halkların da yerel gıda üretiminin kontrolünü ellerinde bulundurma hakları olmalıdır. Gıda egemenliği, biyoçeşitliliğin korunmasında piyasanın ve şirketlerin taleplerini değil, köylülerin tarım yapma hakkını ve yerli halkların haklarını merkeze koyar.

Doğal kaynaklarımızı kontrol etme ve özelleştirmeye yönelik saldırgan baskı sona ermelidir! Bizim, dünyadaki kadın ve erkek çiftçiler olarak Monsanto, DuPont, Bayer ve diğer ulusötesi şirketlerin bize tohum sağlamasına ihtiyacımız yok. Binlerce yıldır, biz tohumlarımızı koruduk, ektik, adapte ettik ve değiş tokuş ettik ve biyoçeşitliliğe katkı büyük sunduk. Yaban hayatın çeşitliliğini orman, deniz ve otlak ekosistemlerinin yerel kontrolü ile sağladık. Özelleştirme ve biyoçeşitliliğin korunması arasındaki temel çelişki birkaç “kar payı” dağıtılarak çözülemez. Biz, Afrikalı, Avrupalı, Amerikalı ve Asyalı kadın ve erkek çiftçiler, böylesi bir telafiyi kategorik olarak reddediyoruz. Biz otonomimiz, kaynaklarımız, hem kendi sağlığımız hem de çevre sağlığını aslında biyokorsanlığı meşrulaştıran birkaç telafi önerisiyle pazarlık etmeyeceğiz. Biyoçeşitliliğin korunması için tarım yapan halkların toprak, doğal kaynaklar ve araziler üzerindeki kontrolü yeniden ele geçirmeleri gerekmektedir. Tarım reformu biyoçeşitliliği korumanın direk aracıdır. Ekolojik tarım yapan halkların kontrolündeki ekosistemler gerçek korunan alanlardır.

Hükümetler, şirketlerin biyoçeşitlilikten kar sağlamaya yönelik çıkarları doğrultusundaki baskılarına direnmelidir. Biyoçeşitliliğin kaybına yönelik geliştirilen retorik, doğanın endüstriyelleştirilmesi ve yeşil kapitalizm modelinde ciddi bir değişiklik gerçekleştirilmediği sürece sadece bir demagojiden ibaret olacaktır. Bunlar, bırakın biyoçeşitliliği korumayı, bizzat yaşamın kendisi için çok önemli bir tehdittir. CBD (Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonu) hükümetleri tarım yapan halkların toprak ve su kaynakları üzerindeki haklarını desteklemelidir. Ayrıca hükümetler, BM Tohum Anlaşması’nda yazdığı gibi çiftçilerin köylü tohumlarını koruma, yeniden üretme ve değiş tokuş etme hakkını desteklemelidir. Çiftçilik yapan halkları ve onların ürettiği gıdayı güçlendirmek, IAASTD (*) (400’ün üzerinde bilim insanı tarafından hazırlanan ve 59 ülke tarafından onaylanan uluslararası bir rapor) tarafından da önerilen iklim, gıda ve enerji kriziyle mücadele etme stratejisidir. CBD, biyoçeşitliliği koruyan, toprakta organik madde üreten ve fosil yakıt içeren girdilere gerek duymayan tohumları kullanan küçük ölçekli gıda üreticilerini açıkça desteklemelidir.

Biyoçeşitliliğin yok edilmesi, orman, düzlük ve sulak alanlarda tarımsal ve yaban biyoçeşitliliği koruyan ekolojik tarım uygulamalarını gerçekleştiren çiftçi halkların yok edilmesinin bir sonucudur. Biyoçeşitliliğin korunması, bu çiftçi halkların çiftçilik yapmaya devam edebilmesini garanti etmelidir. Biyoçeşitliliği şirketlerin çıkarları değil, yeni nesil ekolojik çiftçiler koruyacaktır. Bu demektir ki, genç çiftçilerin yaşamını devam ettirebilmeli, tarım yapabilmeli, toprağa, suya, tohuma erişebilmeli ve topraklar ve ekosistem üzerinde tam bir kontrole sahip olabilmelidir.

Via Campesina, Nagoya’da şunları talep ediyor:

-Biyoçeşitliliğin endüstri tarafından mülkiyete dönüştürülmesini durdurulsun! Doğal kaynakların, toprağın ve suyun sürdürülebilir tarım ve yerel halklar tarafından kontrolü biyoçeşitliliği korumanın, binlerce yıldır süregeldiği gibi, en iyi yoludur.
-Biyoçeşitliliğe piyasa fiyatı biçmeye yönelik politikalara hayır! Ekosistemi piyasa değeri üzerinden değerlendiren politikalar biyoçeşitliliği yok eder. REDD ve REDD+ gibi diğer piyasa mekanizmalarına da hayır!
-Tehlikeli ve sorumsuz teknolojik çözümleri meşrulaştıran politikaları reddedilsin. Terminatör teknolojisi ile ilgili moratoryumu devam ettirin ve destekleyin. Sentetik biyoloji ve geomühendislik ile ilgili moratoryumu uygulansın.
-Bitkiler ve hayvanlar, onların parçaları ve onlardan elde edilen ürünler üzerindeki patentleri reddedilsin. Şu anda var olan mülkiyet taleplerini, iddialarını feshedilsin.
-Halkların onayını garanti altına almak için herhangi bir ticari üründe kullanılan biyolojik kaynakların kökü hakkında bilgilendirme zorunluluğu getirilsin. Biyolojik kaynaklara, geleneksel ve yenilikçi bilgi ve teknolojilere erişim ve bunların kullanımı ancak ve ancak yerli halklar ve yerel halkın onayı ile gerçekleşsin.
-Endüstriyel tarımsal yakıtları reddedilsin. Yeni tarımsal yakıt plantasyonları hakkında moratoryum uygulansın. Enerji tüketiminde önemli bir azalma olmalıdır.
-Ortak yerel kaynaklar ve toprakların kontrolü için çiftçilerin egemenliği güçlendirilsin ve böylece biyoçeşitlilik sürdürülebilir pratiklerle korunsun.
-Biyoçeşitliliği koruyan, dünyadaki insanların çoğunu besleyen ve biyoçeşitliliğin yok edilmesine ve iklim krizine çözüm için hayati önem taşıyan gıda egemenliği güçlendirilsin.

(*) Kalkınma İçin Tarımsal Bilgi, Bilim ve Teknoloji Uluslararası Değerlendirme

Çevirenler : Ekin Kurtiç, Tarık Nejat Dinç
kaynak: karasaban.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder