Evet, önce bu konudan başlayalım. Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların – GDO’ların adı yine değişti!
Bilindiği üzere bu ürünlerin ticari amaçla ekimi 1996 yılından itibaren yaygınlaşmaya başladı. O yıldan 2003 yılına kadar bu ürünler “transgenik ürünler” olarak adlandırıldı. Bu isimin biraz da insanları ürkütmesinden dolayı 2004 yılından itibaren bu ürünlere “biyoteknoloji / genetiği değiştirilmiş ürünler” denmeye başladı.
Yıl 2009, bu ürünlerin adı yine değiştirilerek çok cici bir isim bulundu; “genetiği iyileştirilmiş organizmalar”. Evet, kayıtsız koşulsuz GDO hayranı bir akademisyen bu tabiri 3 Temmuz 2009 tarihli NTV-Yeşil Ekran programında telefonla verdiği değerli ve “bilimsel bilgiler” içerisinde kullandı. Bununla da kalmadı, GDO’ların “hiçbir riski bulunmadığını” açık ve net bir şekilde ifade etti ve GDO karşıtlarını “bilimsel olmamakla” ve “teknoloji karşıtı olmakla” suçladı. Kendisinden bahsederken de “biz bilim insanları” tabirini ise kendine yakıştırdı!?
Mart 2009’da bir toplantıda zamanın Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ile Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’in bulunduğu bir ortamda Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu Başkanı fırıncılara istinaden yaptığı konuşmada kürsüde hızını alamamış ve “Hepimiz Gıda Mühendisiyiz” diye haykırmıştı. İki bakanı yanına almakla mühendis olunabiliyorsa, yarın öbür gün üç bakanın olduğu ortamda “biz bilim insanları” tabirini de kullanırsa hiç şaşırmamak gerekiyor. Neyse kimin kendini nasıl gördüğü bizi ilgilendirmiyor, biz konumuza dönelim.
Suçlamaların benzerliği
Birileri çıkıyor “çok bilimsel kaynaklara” göre GDO’ların verimi son derece artırdığını, kimileri ise (GDO severlerin bilimsel kabul etmediği kaynaklara göre) verimi düşürdüğünü söylüyor. Bu insanlar da bilim ve teknoloji karşıtlığıyla suçlanıyorlar.
Bu para kazanma hırsı nasıl bir şeyse karşınızdaki insanı nasıl suçlasam diye şaşırttırıyor anlaşılan insanı. Tıpkı özelleştirmelerin zemininin hazırlandığı günlerdeki gibi. Biraz o günlere dönelim mi? Bakın o günlerde neler olmuş, kimler neler söylemiş?
Ülkemizde özelleştirme süreci öyle mantık dışı ve akıl almaz suçlamalarla dayatıldı ki, özelleştirmeye karşıyım demek isteyen birçok vatandaş adeta vatan haini damgasını yemekten korktu ve diyemedi.
Sabah gazetesinde 1994 yılında yazdığı bir yazısında iktisat profesörü Asaf Savaş Akat, özelleştirmelere karşı çıkacakları daha ilk adımda şöyle suçluyordu; “… Özelleştirmeye karşı çıkanların aslında Türkiye’nin demokratikleştirilmesini engellemeye çalıştıkları sonucu ortaya çıkıyor.” Bu açıklamaya göre demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere’de Başbakan Clement Attlee (1945-1951), Başbakan Harold Wilson (1964-1969), Başbakan James Callaghan (1974-1979) demokrat değillerdi, çünkü bu başbakanlar özelleştirmeyi değil devletleştirmeyi uygulamışlardı.
Zamanın İzmir Anakent Belediye Başkanı Burhan Özfatura özelleştirmeye karşı çıkacaklara, işi daha da ileri götürerek şu suçlamada bulunuyordu; “KİT’ler bir hırsızlık yuvasıdır. Özelleşmeye karşı çıkmak, hırsızlık ve sömürü düzeninin devamını istemektir.” Şayet Asaf Savaş Akat ve Burhan Özfatura, kamu kurumlarını hedef alan bu sözlerini özelleştirmenin en şiddetli uygulandığı bir ülkede söyleseler, özelleştirmeden yana olanlarca dahi ayıplanırlardı.
DYP-SHP koalisyon hükümetinin başbakanı Tansu Çiller, özelleştirmeyi nasıl uygulayacaklarını halka şöyle anlatıyordu; “Ya olacak, ya olacak.” Çiller’in sağ kolu Necmettin Cevheri’nin üslubu ise şöyleydi; “Kellemiz gitse de özelleştirme yapılacak.”
Türkiye’nin en büyük işverenlerinden biri olan Sakıp Sabancı, İstanbul Sanayi Odası’nda yaptığı ve televizyondan yayınlanan konuşmasında masayı yumruklayarak şöyle haykırıyordu; “KİT’ler canavardır, özelleştirmeye karşı çıkan da vatan hainidir!”
Dolayısıyla vatandaş Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde bir engel olmak istemedi. Hırsızlık yuvası olarak tanıtılan yere tabi ki sahip çıkamazdı, ya kendisi de hırsız damgası yerse! Zaten özelleştirme mutlaka yapılması gereken bir şeydi, koca bakan kellesini ortaya koymuştu. Hele hele vatandaş özelleştirmeye hayır deyip de vatan haini olmak hiç mi hiç istemezdi.
Şimdi de GDO konusunda öyle suçlamalar geliyor ki “bilim karşıtlığı” ya da “teknoloji düşmanlığı” gibi. Bu durumda hangi birimiz “GDO’ya Hayır” diyebiliriz ki? Kimin çıkarları doğrultusunda ne dediği bizi bağlamaz, modern biyoteknolojinin tarımdaki son derece yanlış kullanımlarına biz “Hayır” deriz. Bilim ve teknoloji her zaman doğru bir şey üretecek diye bir kaide yok ki. Yanlışlarına yanlış diyebilmek en büyük erdemdir. Doğruyu üretmekte meslek ahlakı olan akademisyenlere düşer.
GDO tarımda verimi artırdı mı?
Ticari anlamda dünyada yaygın olarak tarımı yapılan 4 ürün var; soya, mısır, pamuk ve kanola. Kanola ekim alanı ve tüketimi noktasında ülkemizde önemli bir yer tutmuyor. Diğer 3 ürüne yakından bakalım, hem de Amerikan Tarım Bakanlığı Yabancı Ekonomi Servisi’nin rakamlarıyla.
Türkiye son çeyrek yüzyılda yapılan yatırımlarla dünyanın önemli bir tekstil üretim merkezi haline geldi. Yıllık pamuk ihtiyacımız 1,5 milyon tonun biraz üzerinde olup her yıl 1 milyon ton ve üzerinde dış alım yapıyoruz. Sorunumuz verimsizlik mi? GDO’lu pamuk yetiştiren ülkelerle verimimizi bir karşılaştıralım.
Küresel ölçekte 125 milyon hektar (mha) alanda genetiği değiştirilmiş tohumla üretim yapılırken, bu alanın %50’si sadece ABD’dedir. Son 3 yıl ortalamasına bakarsak hektara verim 933 kg civarındadır (çizelge:1). Bu ülkede pamuk ekim alanlarının %86’sında GD tohumla pamuk ekimi yapıldığından bu verimi yaklaşık olarak GD pamuk verimi olarak kabul edebiliriz.
Çizelge 1’deki ülkeler hem ekim alanı büyüklüğü hem de GD tohumla üretim yüksekliği nedeniyle seçilmişlerdir. Son 3 yıl verim ortalamalarına baktığımızda hektara Çin’de 1.313 kg, Hindistan’da 553 kg, Arjantin’de 483 kg, Türkiye’de 1.334 kg’dır. Dünyanın verim ortalaması ise 775 kg civarındadır. Çin’in pamuk ekim alanlarının %68’inde, Hindistan’ın %76’sında, Arjantin’in ise %95’inde genetiği değiştirilmiş pamuk ekilmektedir (www.gmo-compass.org). TÜRKİYE’NİN GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ PAMUL VERİMİ TÜM ÜLKELERİN OLDUKÇA ÜZERİNDEDİR.
Türkiye’nin pamuk verimi, pamuk ticaretini küresel ölçekte elinde tutan ABD’den %43, biyoteknoloji devi Monsanto’nun pamuk karargahı Hindistan’dan 2 kat daha yüksektir.
Çizelge:1) Dünyanın ve kimi ülkelerin pamuk ekim alanları ve verimi
Soya verimi için de ABD Tarım Bakanlığı verileri üzerinden bakalım (çizelge:2). Çok kısa bir şekilde özetlemeye çalışırsak toplam soya ekim alanının ABD %92, Brezilya %64, Arjantin %98, Paraguay %93, Uruguay %100 ve Güney Afrika %80’inde genetiği değiştirilmiş soya tohumuyla üretim yapıyor. Çizelgeye baktığımızda en yüksek ABD’ye ait olup son 3 yıl verim ortalaması 2.780 kg civarındadır. Dünya ortalaması ise 2.357 kg civarındadır.
Çizelge:2) Dünyanın ve kimi ülkelerin soya ekim alanları ve verimi
Türkiye bu ülkelere göre çok küçük bir alanda üretim yaptığı için ABD Tarım Bakanlığı sitesinde kayda değer üretim yapan ülkeler arasında yer alamıyor. Bu nedenle Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) rakamlarına bakacağız (çizelge:3).
Ülkemizde GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ soya ekim alanı 2008 yılı itibarıyla 9.444 ha’dır. Son 3 yıl hektara verim ortalamamız ise yaklaşık olarak 3.720 kg’dır. Türkiye’nin verim ortalaması, küresel soya ticaretini elinde bulunduran ve soya ekim alanlarının %92’sinde GD tohumla üretim yapan ABD’den yaklaşık %34, soya ekim alanlarının %98’inde GD tohumla üretim yapan Arjantin’den %47 ve soya tarımı yapılan arazilerinin tamamında GD tohum kullanan Uruguay’dan %117 daha fazladır.
Çizelge:3) Türkiye soya ekim alanı ve verimi
Mısır veriminde de Türkiye dünyanın sayılı ülkeleri arasındadır. GD tohumla mısır üreten ülkeler arasında ABD ve Kanada’nın ardından üçüncü sırada gelmektedir.ABD mısır ekim alanlarının %80’inde, Kanada ve Arjantin %84, Güney Afrika %57’sinde GD tohumla üretim yapmaktadır.
Türkiye’nin mısır verimi son 3 yıllık ortalamalara göre Arjantin’den %12 ve Güney Afrika’dan %90 daha fazladır.
Çizelge:4) Dünyanın ve kimi ülkelerin mısır ekim alanları ve verimi
Türkiye tarımını GDO kurtaramaz
Tarım alanlarının büyük bölümünde GD tohumla üretim yapan ülkelerin ABD tarım Bakanlığı verileri üzerinden Türkiye ile yapılan verim kıyaslamasında Türkiye pamuk ve soyada açık ara öndedir. Mısırda ise ABD ve Kanada’nın hemen ardında yer almaktadır. Her üç üründe de ülkemiz dünya ortalamasının oldukça üzerinde bir verimliliğe sahiptir.
Buradan da anlaşılmaktadır ki ülkemizin tarımsal üretimdeki asıl sorunu GD tohumla üretim yapıp yapmamak değildir. Ancak ülkemizdeki GDO lobisi tüm bu verileri görmezden gelip tarımımızın çağ atlamasını GD tohumlara endekslerler ve GD tohumla üretim yapan ülkelerdeki üretim artışına dikkat çekerler.
Küresel pamuk ticaretini elinde bulunduran, dünyanın bir numaralı ihracatçısı, pamuk ekim alanlarının %86’sında GD tohumla pamuk üreten ABD’nin pamuk verimi Türkiye’den %43 daha düşüktür, ancak 3 ila 4 milyon hektarlık bir alanda pamuk üretimi yapar.
Pamuk ihracatında ABD’nin ardından dünya sıralamasında ikinci sırada gelen Hindistan pamuk ekim alanlarının %76’sında GD tohumla üretim yapar. Hindistan’ın mısır verimi Türkiye’den %141 daha azdır, ama 9,5 milyon hektar alanda pamuk üretimi yapar.
Türkiye’nin pamuk üretim alanı 300 bin hektar civarındadır ve ihtiyacı olan pamuğun ancak 1/3’ünü yetiştirebilmektedir.
Türkiye soyada da GD tohumla üretim yapan ülkeler arasında verimde rakipsiz önde olmasına karşın her yıl bir milyon tonun üzerinde soyayı yurt dışından almaktadır. Soya ihracatında ABD, Brezilya ve Arjantin küresel ölçekte ilk 3 sırayı almaktadır. Türkiye’nin soya verimi bu ülkelerden sırasıyla %34, %36 ve %47 daha fazladır. Ancak ABD yaklaşık 30 mha, Brezilya 22 mha ve Arjantin 18 mha alanda soya üretirken Türkiye 9.444 ha alanda soya üretmeye çalışmaktadır.
Türkiye mısırda da yurt dışına bağımlı olup hemen her yıl yaklaşık 1 milyon ton civarında mısır alımı yapmaktadır. Mısır ihracatında Arjantin birinci sırayı alırken Türkiye’nin mısır verimi bu ülkeden %12 daha fazladır. Ancak Arjantin 2-3 mha bir alanda mısır üretirken, Türkiye 450-500 bin hektarlık bir alanda mısır üretmektedir.
Görüldüğü üzere üretimdeki artış GDO ile ilgili değildir. Türkiye’nin tarım sorunlarının çözümü de GDO olamaz. Türkiye tarımsal alt yapı sorunlarını öncelikle çözümlemelidir. Bu sorunlarını çözmüş ABD 2009 yılı için tarımına 95 milyar dolar, AB 43 milyar avro aktarırken Türkiye sadece 4 milyar 950 milyon TL aktarmıştır. Tarımımızı kalkındırmak istiyorsak, yüzümüzü GDO’ya dönmeden önce bu sorunlarla yüzleşmemiz gerekiyor.
Türkiye tarımının kurtuluşu ancak hakkını sonuna kadar arayan çiftçimiz, dürüst ve halk yararına politika yapan siyasetçi ve halk yararına bilim yapan bilim insanları ile gerçekleşebilecektir.
Ahmet ATALIK - gdohp.blogspot- 10.07.2009
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder