Ülkemizde genetiği değiştirilmiş bitkilerin ekimine izin verileceğini hükümet sözcüsü sayın Cemil Çiçek’in 1 Haziran 2009 tarihli basın açıklamasından öğrendik. Sayın bakan bu açıklamada genetiği değiştirilmiş organizmaların ithal yoldan zaten ülkemize girdiğini o yüzden ülkemizde de üretilmesinin bir sorun oluşturmayacağı dile getirdi. Biz insanımızın sağlığı için son derece sakıncalı olan bu ürünlerin ithalini önlemek için tedbirler alıyoruz denmesi gerekirken, zaten ülkemize bu zehirler giriyor o halde ülkemizde üretilmesinde de zarar yok gibi bir yönetim zaafı örneği gösteriliyor: yasaklayamazsan yasalaştır. Bu hükümet olup iktidar olamamaktır. “Ulusal” biyogüvenlik yasa tasarısı taslağı’ndaki ulusal sözcüğü ABD kökenli çokuluslu tohum şirketleri yararına çıkartılacak olan bu yasa ile nasıl bağdaşıyor. Genetiği değiştirilmiş bitkilerin ülkemizde ekilmesi hangi ulusal çıkarımızı karşılamaktadır? Hiçbirini. Olsa olsa insanlarımız hasta olduğunda yine çokuluslu ilaç şirketlerinin çıkarlarını karşılar.
Bu ürünlerin sağlık sakıncası olduğunu sayın Bakan’da biliyor ve dile getiriyor: genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) bebek mamalarında olmayacak diye açıklıyor. Çok iyi de sayın bakanım, anne karnındaki çocuğu nasıl koruyacaksınız? Anne bu GDO’lu ürünleri yediğinde karnındaki çocuğa geçmeyecek mi? Ya da emzirdiğinde sütüyle çocuğa bulaşmayacak mı?
Bilindiği gibi genetiği değiştirilmiş bitkiler yendiğinde hem yapay olarak bitkiye yerleştirilmiş olan geni yiyoruz hem de bu genin ürettiği kimyasal maddeyi. Peki bu kimyasal madde ne? Örneğin böcek ilacı veya yabani otları yok etmek için kullanılan tarımsal ilaçlara karşı direnç oluşturan bir kimyasal. Daha önce hiçbir şekilde insanın tanımadığı bu madde insanda nasıl olumsuzluklar yaratıyor. Bunu bügün tüm ayrıntısı ile henüz bilmiyoruz. Ama bağışıklık sistemini bozduğu, ağır alerjilere yok açtığı onlarca bilimsel araştırma ile kanıtlanmıştır. Ayrıca genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretiminde bir de antibiyotik direnç geni de yer almakta. Dünya Sağlık Örgütü’nün öncelikli ilaç listesinde yer alan bazı antibiyotiklere karşı direnç geliştiren bu genleri ve bunların ürettikleri kimyasalları da yemiş oluyoruz. Mikrobik bir hastalığımız olduğunda nasıl tedavi olacağız sayın bakanım?
Hayvan deneylerinde iç organlarda küçülme, karaciğer ve böbrek yetersizliği, er bezinde küçülme, sperm sayısında azalma ve dolayısıyla kısırlık, yeni doğum ölümlerinde belirgin artış saptanmıştır. İnsanlarda da bu bulgular çıktıktan sonra mı akıllanacağız?
DDT ilk piyasaya çıktığında da insana zararlı olmadığı iddia edildi. Hatta kaşifine Nobel Ödülü verildi. Binlerce insan öldükten sonra yasaklandı.
İlk kez 1908 tarihinde üretilen margarinlerin içinde yer alan trans yağ asitlerinin kalp damar hastalığı yaptığı bilimsel olarak kanıtlandı. Ne zaman? 2008’de yani 100 yıl sonra ve belki de yüzbinlerce insan bu yüzden öldükten sonra.
Elimizde GDO’ların sağlık sakıncalarını kanıtlayan bunca bilimsel yayın varken bunları göz ardı edip, ulusal biyogüvenlik yasasını tohum şirketlerini mutlu edecek şekilde çıkartmak, toplum sağlığı ile oynamaktır. Buna hiç kimsenin gücü yetmez.
GDOHP 16.7.2009
Bu ürünlerin sağlık sakıncası olduğunu sayın Bakan’da biliyor ve dile getiriyor: genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) bebek mamalarında olmayacak diye açıklıyor. Çok iyi de sayın bakanım, anne karnındaki çocuğu nasıl koruyacaksınız? Anne bu GDO’lu ürünleri yediğinde karnındaki çocuğa geçmeyecek mi? Ya da emzirdiğinde sütüyle çocuğa bulaşmayacak mı?
Bilindiği gibi genetiği değiştirilmiş bitkiler yendiğinde hem yapay olarak bitkiye yerleştirilmiş olan geni yiyoruz hem de bu genin ürettiği kimyasal maddeyi. Peki bu kimyasal madde ne? Örneğin böcek ilacı veya yabani otları yok etmek için kullanılan tarımsal ilaçlara karşı direnç oluşturan bir kimyasal. Daha önce hiçbir şekilde insanın tanımadığı bu madde insanda nasıl olumsuzluklar yaratıyor. Bunu bügün tüm ayrıntısı ile henüz bilmiyoruz. Ama bağışıklık sistemini bozduğu, ağır alerjilere yok açtığı onlarca bilimsel araştırma ile kanıtlanmıştır. Ayrıca genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretiminde bir de antibiyotik direnç geni de yer almakta. Dünya Sağlık Örgütü’nün öncelikli ilaç listesinde yer alan bazı antibiyotiklere karşı direnç geliştiren bu genleri ve bunların ürettikleri kimyasalları da yemiş oluyoruz. Mikrobik bir hastalığımız olduğunda nasıl tedavi olacağız sayın bakanım?
Hayvan deneylerinde iç organlarda küçülme, karaciğer ve böbrek yetersizliği, er bezinde küçülme, sperm sayısında azalma ve dolayısıyla kısırlık, yeni doğum ölümlerinde belirgin artış saptanmıştır. İnsanlarda da bu bulgular çıktıktan sonra mı akıllanacağız?
DDT ilk piyasaya çıktığında da insana zararlı olmadığı iddia edildi. Hatta kaşifine Nobel Ödülü verildi. Binlerce insan öldükten sonra yasaklandı.
İlk kez 1908 tarihinde üretilen margarinlerin içinde yer alan trans yağ asitlerinin kalp damar hastalığı yaptığı bilimsel olarak kanıtlandı. Ne zaman? 2008’de yani 100 yıl sonra ve belki de yüzbinlerce insan bu yüzden öldükten sonra.
Elimizde GDO’ların sağlık sakıncalarını kanıtlayan bunca bilimsel yayın varken bunları göz ardı edip, ulusal biyogüvenlik yasasını tohum şirketlerini mutlu edecek şekilde çıkartmak, toplum sağlığı ile oynamaktır. Buna hiç kimsenin gücü yetmez.
GDOHP 16.7.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder