17 Ocak 2011 Pazartesi

GDOHP 8. EŞGÜDÜM KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ

GDOHP 8. EŞGÜDÜM KURULU: GDO'YA HAYIR DEDİ...

Platformun yedinci Eşgüdüm Toplantısının yapıldığı 2009 yılındaki toplantıda 2010 yılı içinde Biyogüvenlik Yasası’nın yürürlüğe gireceği bu konuda etkin bir kamuoyu oluşturulması gerekliliğinin altı çizilmişti. Öngörülerimiz doğru çıktı ve 2010 yılı Mart ayı içinde Biyogüvenlik Yasası Meclis tarafından kabul edildi. Bu yasa daha çıkmadan önce, 2008 yılında platform tarafından, “Gıda Tohum Haktır, GDO’ya Hayır” ismiyle bir kampanya başlatılmış ve Türkiye’de ve Dünya’da GDO’lu üretim ve tüketime son verecek bir politik hedef belirlenmiştir.

Biyogüvenlik Yasası’nın da bu eksende GDO’ları meşrulaştıracak biçimde değil, doğanın ve toplumun çıkarlarını koruyacak bir biçimde kurgulanması gerektiğini vurgulamıştık. Bu doğrultuda yasanın temel eksenine yönelik getirdiğimiz eleştiriler kamuoyunda 2009 ve 2010 yılında yankı buldu. Buna karşın, kabul edilen Biyogüvenlik Yasası, GDO’ların Türkiye’de üretimine izin vermezken, GDO’lu tüketimin önünü açıyordu. Bu tüketime olanak vermek için çıkartılan yönetmelik tam üç kez değiştirilerek şirketlerin lobi faaliyetleri karşısında doğanın ve toplumun sağlığını ezip gitti.

Biyogüvenlik Yasası tam da bu süreçten kısa bir süre içinde meclise geldi ve yasalaştırıldı. Mart ayında yasa kabul edilmesine karşın, Eylül ayında ancak yürürlüğe girdi. Bu süreç içinde GDO üretimine dayalı hammadde kullanan pek çok şirket bu ürünleri halka tükettirdi. Biyogüvenlik Yasası ile GDO içeren gıdalarda bu oran binde dokuzun üzerindeyse etiketlenme şartı konulmuştu. Ancak şirketler bu standarda dahi uymadı. Bu standardı denetleyecek idari mekanizmalar hükümet tarafından oluşturulmadı. Bir başka deyişle yasanın gölgesi altında, şirketler halk sağlığını bozmaya devam ediyor.

Biyolojik Çeşitlilik, Gıda Egemenliği ve İklim Adaleti İle Mümkündür

Biyogüvenlik Yasası’nın yürürlüğe girdiği 26 Eylül 2010 tarihinden bugüne kadar ki süreç içinde ise GDO’lu ürün kullanan şirketler ise yasanın gereklerini yerine getirmek söyle dursun, Lobi faaliyetleri ile Biyügüvenlik Kurulu üzerinde baskı yaratmaya yönelik araçlar geliştirme derdine düşmüşlerdir.

GDO’ya Hayır Platformu yasa kapsamında GDO’lu olduğu kabul edilen ürünlerin tamamının etiketlenmesi ve üzerine büyük puntolarla yazılmasının gerekli olduğunu düşünmektedir. Ancak bu GDO’lu gıdaların etiketlenerek ülkeye girmesini kabul ettiğimiz anlamına gelmemelidir. Türkiye’de binde dokuza kadar GDO içeren ürünler etiketlenecektir. Bu oranın sıfıra çekilmesi için mücadele etmek önümüzdeki dönemde temel politik eksenlerimizden olacaktır. GDO içerme riski bulunan gıdaların etiketlenmesi dışında, şirketler ürünlerinin GDO içermediğini de taahhüt ederek etiketlemelidir. Biyogüvenlik Yasası bu duruma olanak sağlamaktadır. Ancak bugüne kadar özellikle gıda sektöründeki şirketler ürünlerinin GDO’lu olmadığını ispatlayacak bir yönelime girmemiştir. Biz tüketici, üretici ve ekoloji örgütleri olarak en temel bilgilenme hakkımızın, gıdayı seçme hakkımızın ilgası anlamına gelen bu uygulamaların doğaya ve insanlığa karşı suç teşkil ettiğini savunuyoruz. Toplumun kendi kaderini belirleme hakkını elinden alan bu gizli bilgi mekanizmalarının deşifre edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle şirketler GDO’lu ürün kullandıklarını açıklamaya zorlanmadığı sürece hükümet ve ilgili bakanlık da bu sürecin bir parçası olarak görülmeye devam edecektir. Bu bağlamda söylemek gerekir ki, halkın çıkarını düşünmeyen idari uygulamalar takip edilecek ve hukuki sorumluluklarını yerine getirmeyen yetkililer hakkında hukuki süreçler başlatılacaktır.

GDO’suz Türkiye, Sıfırı Çek Etiketle

GDO’ya Hayır Platformu dün olduğu gibi bugün de GDO’suz bir Türkiye için mücadele etmektedir. Etiketlemenin yönetmelikteki haliyle Tüketiciyi korumadığını, çiftçilerin üretim dışına itildiğini görüyoruz. Bu nedenle GDO olduğu bilinen, risk taşıma potansiyeli olan tüm ürünler etiketlenmelidir. Ancak getirilen binde dokuzluk eşik değer kabul edilemez. Bunun için bu oranın sıfıra çekilmesi gerekmektedir. GDO’lu olmadığını iddia eden şirketler de ürünlerinde bu durumu belirtmelidir. Türkiye’de iklim krizinin yarattığı koşullarla, gıda tekelleri uzun süredir GDO’lu ürünlerin kaçınılmaz olduğu yönünde bir propaganda yapmaktadır. Bu lobi ilaç, gıda şirketlerinin denetiminde, tarım ve hayvancılık politikalarını belirlemektedir. Bu şirketlerin kara dayalı endüstriyel tarım modelleri iklim krizine neden olmaktadır. Kendi sorumluluklarında olan krizin bedelini ise topluma GDO yedirerek ödettirmektedirler. GDO’lu gıdalar iklim krizinin sonucudur. Bu nedenle tarımsal alanların daralması, tarım ürünlerindeki fiyat artışları, ülkelerin gıda arzı sorunuyla karşı karşıya kalması eşitsiz gelişen geç kapitalizmin ve onunla birlikte doğan iklim krizinin eseridir. Bu bağlamda da toplumun gıda egemenliğini yok eden tarımsal uygulamalar karşısında, GDO ile toplumun gıda sorunu çözülemeyecektir. Ancak şirketler bu konuda belli çıtalar koyarak GDO karşıtı duruşu zayıflatmak istemektedir. Binde dokuz gibi bir eşik belirleyerek, GDO’ların girişi konusunda bu haliyle etiketlemeyi kabul etmemiz istenmektedir. Ama kendileri de bu konuda hiçbir adım atmamaktadır. Oysa kendi hukuk sistemlerine uymayan bu lobici şirketler karşısında biyolojik çeşitliliği, emeğin gıda egemenliğini, iklim adaletini savunacak yegane güç pazarlık yapmayacak, net bir GDO karşıtı duruştur. Bu duruş temel alınarak bir kez daha sesleniyoruz, eğer ki gıdalarınızı etiketlemek istiyorsanız, “GDO’da sıfırı çekin ve etiketleyin.” Bunun dışında bir süreç GDO karşıtlarınca kabul edilmeyecektir.

Tohum’da Tekelleşmeye Karşı Tohum Mülkiyet Konusu Olmaktan Çıkarılmalıdır

Son otuz yıl içinde adım adım tohum kamusal mülkiyet konusu olmaktan çıkarılmıştır. Tohum varlıklarını koruma konusunda işi piyasa mekanizmalarına devreden hükümetler, tarım ve gıda geleceğimizin nasıl korunacağı konusunda şirketlerin kontrolü altına girmiştir. Türkiye’de GDO’lu tohum üretilmediği ve kullanılmadığı yasal olarak kabul edilmektedir. Buna karşın GDO egemenliğini elinde tutan şirketler Tohum konusunda da egemen olmaktadır. Gıda egemenliğimizi çalan şirketler karşısında tohumlarımızı korumak zorundayız. Bunun içinde Tohumculuk Kanunu ile şirketlerin kontrolü altına giren Tohumculuk sektörüne alternatif uygulamalar yapmak önemlidir. Ancak asıl olan tohumların patent altına alınması ve mülkiyet konusu haline getirilmesi uygulamasından vazgeçilmesidir.

Üretici, Tüketici ve Ekoloji Örgütleri Birlik Olalım

GDO’ya dayalı tarımsal sistemi yaygınlaştırmak için önümüzdeki dönemde şeker özelleştirmeleri hız kazanacaktır. Şeker sektöründeki özelleştirmeler mısır nişastasına dayalı şeker üreten şirketlerin tarım pazarındaki egemenliğini arttıracaktır. Bir yandan özelleştirme politikalarına karşı direnirken diğer yandan da tarımda ekolojik, toplumsal faktörleri göz önünde bulunduran, şirket egemenliğine dayanmayan, doğayla barışık, sömürüye yol açmayan bir üretim sistemi için birlikte yol yürümememiz gerekir. Bu süreçte bir yandan geniş toplum kesimlerinin bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi için kampanyalar örgütlenirken diğer yandan da tarımsal üretimde zayıf çıkar gruplarının haklarını savunacak dayanışma mekanizmaları geliştirmeliyiz. Tarımda yoğun girdi kullanımı, tarımsal gıdanın yakıt olarak kullanılmasına dayalı enerji sistemleri, suyun paralılaştırılması ve şirket denetimine girmesi iklim krizini tetiklemektedir. İklim krizine karşı iklim için adalet talep etmeyen bir GDO karşıtı mücadele başarılı olamayacaktır. Bu doğrultuda da önümüzdeki dönemde GDO’suz Türkiye, Sıfırı Çek, Etiketle kampanyasının fikri alt yapısı bu politik eksenlerden beslenecektir.

Uluslararası Dayanışma

GDO sorunu tek başına Türkiye’nin sorunu değildir. Uluslar arası düzeyde GDO karşıtı mücadelenin içinde yer alan Via Campasina gibi örgütlerle ilişkileri yoğunlaştırmak, başka tarım modelleri üzerinde durmak, tüketicilerin kooperatifleşmesini sağlamak için önümüzdeki dönem mücadeleye devam edeceğiz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder