GMO ya da GDO (Genetically Modified Organisms-Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) , genetik müdahale yöntemleriyle genetik yapısına bitki, bakteri, virüs vb. herhangi bir başka canlıdan alınan gen veya genlerin aktarılmasıyla elde edilen yeni organizmalardır.
Türkiye’de GDO’ların ekimi, dikimi, üretimi ve ithalatı kanunen tamamıyla yasaktır. Ancak, 2003 yılında Türkiye’nin yurt dışından satın aldığı tarım ürünlerine ve bu ürünleri aldığı ülkelere bakacak olursak, satın alınan 800 bin ton soyanın %90’ınınve 1.8 milyon ton mısırın da %80’inin ABD ve Arjantin kaynaklı olduğunu görürüz. ABD ve Arjantin’den elde edilen ürünlerin özellikle de mısır ve soyanın GDO olmama ihtimali oldukça düşüktür. Fakat, Türkiye’de ne gümrüklerde ne de diğer bölgelerde GDO analizi yapabilecek alt yapıya sahip akredite bir laboratuar olmadığından, ithal edilen ürünler kontrolsüz olarak sınırlarımızdan girmektedir.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus da, özellikle mısır ve soya gibi ürünlerin şekerlemeler, asitli içecekler, çocuk mamaları, sebze püreleri vb. birçok hazır gıda maddesinin içinde bulunduğudur. Mısırın 700, soyanın ise 900 çeşit gıda maddesi içinde kullanıldığı düşünülürse transgenik gıdaların dolaylı tüketim miktarının önemi açıkça görülecektir.
SAĞLIK RİSKLERİ
POTANSİYEL ALERJENLİK: GDO’lu bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen ürünlerin meydana getirebileceği risklerin başında alerji gelmektedir. Genetik yapı değişiminde, verici kaynağın alerjen özelliklerinin transfer edilen bitkiye ya da hayvana geçmesi engellenemeyebilir. Nitekim, 1996 yılında, Brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır.
POTANSİYEL TOKSİSİTE: Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, aktarılan yeni gen ürünlerini ve onlardan kaynaklanan sekonder metabolitleri içerdiğinden, potansiyel bir toksisiteye sahiptir. GDO’lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, dokularda birikme durumunda, önemli riskler oluşturmaktadır. Bu genlerin kullanılması pestisit kullanımını ortadan kaldırmıştır. Ancak, bu toksik madde kalıntılarının ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir.
Bu toksinlerin uzun dönemde insan sağlığına olan etkilerine ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. GDO’lu ve normal patateslerle beslenen iki grup farede yapılan çalışmada; normal patateslerle beslenenlerde hiç bir sorun olmamasına karşın, GDO’lu ürünlerle beslenenlerin sindirim sistemlerinde önemli zararlar belirlenmiştir.
POTANSİYEL KANSEROJENLİK: GDO’lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından belirtilmektedir. Özellikle, herbisitlere dayanıklı GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir. Öte yandan, sindirim sisteminde tam olarak sindirilmeden dolaşım sistemine geçerek kan hücreleri aracılığı ile normal genoma katılabilen yabancı DNA parçalarının da hastalıklarda etkili olma ihtimali söz konusudur.
ANTİBİYOTİĞE DAYANIKLI MİKROORGANİZMA OLUŞUMU: Günümüzde kullanılan biyoteknolojik tekniklerle bitkilere aktarılan genlerin büyük bir çoğunluğu bakteri ve virüs kökenlidir. Gen aktarımı esnasında GDO’lu bitkilerin seçilebilmesi amacıyla antibiyotik dayanım izleme genleri kullanılmaktadı r. Ancak, bu antibiyotik dayanım izleme genleri insan ve hayvan bünyesindeki bakterilere yatay olarak geçişiyle onların da genlerinin antibiyotiklere dayanıklı hale dönüştürülmesi gibi sağlık açısından büyük riskler söz konusudur.
BESİN DEĞERİNDE BOZULMA: GDO’lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılırken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan “phytoestrogen” bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO’lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir.
ÇEVRESEL RİSKLER
GDO’lu bitkiler üzerinde en çok tartışılan konuların başında çevreye verebileceği zararlar gelmektedir. Bilim adamlarının çoğu, GDO’lu bitkilerin ekolojik zararlarının olabileceği görüşünde birleşmektedir.
Toprak ve su kirliliği: GDO’lu bitkilerin kalıntılarındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Bu nedenle, toksinlerin diğer organizmaları n besin zincirine katılmaları da söz konusudur. Bazı genlerin ürettiği endotoksinlerin toprakta 33 hafta kaldığı belirlenmiştir. Öte yandan, GDO’lu bitkilerin ikinci kuşak üretimini engellemek amacıyla, uygulanan terminatör teknolojisi gereği, tohumlar üreticiye verilmeden önce yüksek dozda antibiyotik ile bulaştırılmaktadır. Bu tohumların ekilmesiyle toprağa önemli miktarda antibiyotik geçişi söz konusudur. Buğday ve pamuk gibi çok geniş alanlarda ekimi yapılan ürünlerde bu uygulamanın etkisinin ne kadar büyük olacağı açıktır. Klasik herbisitler ürüne de zarar verdiğinden, üreticiler tarafından son derece dikkatli ve düşük dozda kullanılır. GDO’lu çeşitler ot öldürücülere dayanıklı olduklarından, ürüne zarar vermeyeceği düşüncesiyle, daha fazla ilaç kullanımı söz konusu olmuştur. Denemeler sonucunda, GDO’lu soyalarda herbisit kullanımının bir kaç kat arttığı belirlenmiştir.
Faunada değişim: GDO’lu bitkilerin faunada yararlı akraba türlerin yok olmasına ve yeni zararlı populasyonları nın oluşmasına neden olabileceği tartışılmaktadır. Özellikle, GDO’lu mısırlardaki Bt genlerinin sadece koçan kurtlarına etkili olduğunun söylenmesine karşın, mısır bitkilerinin arasında yetişen ve üzerinde bol miktarda mısır çiçektozu bulunan “Asclepias” adı verilen bitkilerle beslenen kral kelebeklerinin de öldüğü görülmüştür. Ayrıca, yararlı böceklerden olan “Ladybugs” (hanım böceği) ve “Lacewing” gibi böceklerin öldüğü, bu böceklerle beslenen arı ve kuşların da zarar gördüğü saptanmıştır. Bilindiği gibi, dayanıklı çeşitlerin oluşturduğu baskı sonucunda zararlılar zamanla tepkilerini değiştirebilmektedir. Bu durumda hem GDO’lu bitkiler etkisiz hale gelmekte, hem de biyolojik savaşta Bt bakterilerinden yararlanma imkânı ortadan kalkmaktadır.
Mikrorganizmalarda değişim: Antibiyotiklere dayanım izleme genlerinin toprak bakterilerine geçmesi ya da terminatör teknolojisi gereği toprağa verilen yüksek dozdaki antibiyotiklerin baskısı nedeniyle dayanıklı yeni bakteri tiplerinin oluşma ihtimali her zaman vardır. Virüslere dayanıklı olarak geliştirilen GDO’lu bitkilerin, başka virüs tiplerinin ortaya çıkmasına neden olabileceği Michigan Üniversitesi’nde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Virüs genleri, diğer virüs ve retrovirüslerin genleri ile karışabilmekte, bunun sonucunda da patojeniteleri artmış yeni virüsler oluşabilmektedir. Bu gen karışımının 8 hafta gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceği deneysel olarak kanıtlanmıştır. Öte yandan, “Cauflower Mosaic” virüsü GDO’lu mısır, pamuk ve kolzalarda yaygın olarak kullanılmaktadı r. “Pararetrovirü sler” grubundan olan bu virüsün, hepatit-B ve HIV virüsleri ile büyük benzerlik göstermesi, konunun önemini daha da artırmaktadır.
Florada değişim: Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir. Çiçektozları, genetik kirlilikte en önemli etkendir. Mısır çiçektozlarının rüzgarın etkisi ile canlı olarak 1 km uzağa gidebildiği, yoncada arıların çiçektozlarını canlı olarak 2-3 mil uzağa taşıdıkları deneysel olarak belirlenmiştir. Genetik olarak değiştirilmiş bitki çiçektozlarının rüzgâr, kuş, arı, böcek, mantar ve bakterilerce taşınması sonucunda kilometrelerce uzaktaki bitki türleri de etkilenecek ve genetik bir kirlilik ortaya çıkabilecektir. GDO’lu ürünlerden gen geçişleri yabani türlerin özelliklerini bozacak ve bitkisel gen kaynaklarının geri dönülmesi zor bir zararla karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Ayrıca, GDO’lu bitkilerdeki herbisitlere dayanıklılık genlerinin yabani akrabaları olan otlara geçmesiyle, tarımsal mücadele güçlüklerle karşılaşabilecektir. GDO’lu mısırlardan yabani mısır türlerine gen bulaştığına ilişkin resmi raporlar yayınlanmaya başlanmıştır.Yabani floradaki genetik yapı değişiklikleri, onların gen kaynağı olarak değerini tamamen yok edebilir. Arkansas Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, GDO’lu çeltikten, çeltiğin yabani gen kaynağı olan kırmızı çeltiğe gen geçişinin olduğu belirlenmiştir. GDO’lu bitkiler için geliştirilen herbisitler, bu bitkilerin dışındaki tüm bitkileri kesin olarak öldürmektedir. Geniş alanlara uygulanan bu tip herbisitlerden yabani floranın olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Öte yandan, terminatör genlerin akraba türlere çiçektozları ile geçerek onların ikinci yıl tümüyle yok olmalarına neden olması yüksek bir ihtimaldir. GDO’lu bitkilerden kaynaklanabilecek genetik kirlilik, birçok yabani türün anavatanı olan Türkiye için ayrı bir önem taşımaktadır.
Variyabilite ve beklenmeyen sonuçlar: Ekosistemler son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Özellikle, GDO’lu bitkiler gibi, yeni organizmaları n sistem içine girmesiyle bazı bilinmeyen risklerin ortaya çıkması beklenebilir. Bu zamana ve yere bağlı olarak türler arası gen akışının sonucunda ortaya çıkabilecek gen etkileşimlerinden kaynaklanmakta olup, populasyonda değişik bir karakterin ortaya çıkma ihtimali her zaman söz konusudur.
SOSYO – EKONOMİK RİSKLER
Pahalılık: GDO’lu ürünlerin tohumları, GDO’lu olmayanlara göre, %25 ile %100 arasında daha pahalı olup her yıl yenilenme zorunluluğu söz konusudur. Fiyatının yüksek olması nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir.
Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı: Bitkisel üretimin GDO’lu çeşitlere dayandırılması, geleneksel tarımda yerel çeşitlerin kullanımında önemli azalmalara neden olabileceği gibi, tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık sorununu da doğuracaktır.
Tohumluğun her yıl yenilenmesi: GDO’lu çeşitlerin sahip olduğu “terminatör gen” sistemi nedeniyle, tohumluk üretiminin çiftçiler tarafından yapılması olanaksızdır. Bu nedenle, tohumluğun üretici firmadan her yıl alınması zorunludur.
Çeşit karışımı: Aynı bölgede klasik ve GDO’lu çeşitlerin bir arada ekilmeleri halinde, çiçektozları nedeniyle, birbirlerine karışmaları kaçınılmazdır. Bu durumda, üreticilerin istedikleri tip ürünü özelliklerini bozmadan yetiştirmeleri imkânsız hale gelebilecektir. Bunlardan elde edilen ürünlerin de karışık olma olasılığı çok yüksek olacak ve tüketici açısından da önemli bir risk oluşturabilecektir.
GDO’lu çeşit yetiştiren ülke konumuna gelinmesi: Birçok Avrupa ülkesi, GDO’lu ürün yetiştirmeyen ülkelerden bile, dışalım yaptıkları ürünler için “Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizma” değildir belgesi istemektedir. Bu çeşitlerin yetiştirilmesi halinde, klasik ürünlerin pazarlanması da önemli ölçüde zorlaşacaktır.
DİN VE ETİK BAKIMINDAN KONUNUN SORGULANMASI:
Müslümanlar ve Museviler domuz eti ve türevlerini tüketmedikleri için domuz geni karıştırılmış ürünlerden de yemek istemeyeceklerdir. Ayrıca Müslümanlar bazı böcek ve hayvan genlerinin kullanıldığı ürünlere karşı da rezerv koyacaklardır. Aynı şekilde vejeteryanlar ise hayvansal gen içeren tüm bitkisel ürünleri tüketmek istemeyecektir. Bu durumda GDO’lu ürünlerin etiketlerinde gerekli bilgilerin doğru ve açık bir şekilde verilmesi bir insanlık görevi olarak ortaya çıkmaktadır.
Biyogüvenlik Yasa Tasarısı
Taslağa zemin hazırlayan çalışmalara baktığımızda biyogüvenlik hukukunun, şirketlerin çıkarlarını gözeterek hazırlanacağı belliydi. Ancak gerek ulusal hazırlıkların gerekse de uluslararası düzenlemelerin GDO’lu ürünlerin Türkiye’de serbest dolaşımını zorunlu kıldığı söylenemezdi.
Taslağa hukuki meşruiyet sağlayan, Biyolojik Çeşitliliğin Korunmasına Dair Sözleşmenin eki niteliğinde olan ve Türkiye’nin de onaylayarak yürürlüğe koyduğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolünün dayandığı ihtiyatilik prensibine göre de ülkeler GDO’lu ürünleri üretmek, dağıtmak, Pazar açmak zorunda değillerdi. Bu ilkeye göre: Güvenlik konusunda bir bilimsel bilgi ya da uzlaşı eksikliği olduğunda, ülkelerin GD organizmaların ithalatını ve kullanımını yasaklama ya da sınırlandırma hakkı vardır.
Şimdiki mevcut tasarıyı hazırlayanları n iddiasına göre ise Cartagena Sözleşmesini imzaladığımıza göre böyle bir yasa çıkartmamız gerekiyordu. Evet Biyogüvenlik sistemine ihtiyaç duyduğumuz kesin. Bu sistemi işletecek bir kuruma da gereksinim var. Yasa tasarısı eğer sadece bu sistemi kurmak gibi bir amaç edinmişse, ki tasarı taslağının amaç maddesinde bu dile getiriliyor. Neden Transgenik ürünlerin zararsız olduğuna dair bilimsel ve toplumsal bir mutabakat sağlanmadan GDO’lu ürünlerin üretimine, dağıtımına, işlenmesine, pazarlanmasına izin veriliyor?
GDO’lu ürünlere pazar yaratma kaygısının taslağın içine işlenmesi mevcut ekonomik ve yasal zorunluluklardan da kaynaklanmadığına göre durumun politik irade zaafiyetinden başka bir şey olmadığı kolayca söylenebilir.
Tasarı taslağının tek hukuksal ve politik zafiyeti bu kadar değil elbette. Bilindiği gibi biyogüvenlik sistemi hangi toplumsal sınıfın çıkarlarını korursa korusun, gıda güvenliği, insan, hayan, ve bitki sağlığı ile ilgili tüm düzenlemeleri içine alacak şekilde oluşturulmalıdır. Buna karşın hazırlanan tasarı taslağında ne gıda egemenliği ne gıda güvenliğine ilişkin doğrudan bir düzenleme yok. Bu kadar da değil elbette. İnsan hastalıklarının teşhis ve tedavisinde kullanılan tıbbi ürünler ile veteriner tıbbi ürünleri kanun kapsamı dışında tutularak biyogüvenlik sistemi baştan, işlemez bir zemine oturuyor.
Taslakla ilgili diğer bir önemli noktada yasakların düzenlendiği 11. maddeye ilgili. Bu maddenin b bendine göre, “GDO ve ürünlerinin, bebek ürünleri ile küçük çocuk ek besinlerinde kullanılmak üzere özellikle geliştirilmiş olanlar hariç, bebek mamalarında ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanımı, bu tür ürünleri içeren bebek mamalarının ve küçük çocuk ek besinlerinin ithalatı ve ülke içinde dağıtımı yasaktır.” deniyor. Bu maddenin GDO’lu ürünlerin riskleri konusunda bir itiraftan başka bir şey olmadığı açık: Küçük çocuklar yemesin ama yetişkin insanlar tüketebilir anlayışı nasıl bir insan metabolizması algısından besleniyor acaba? Küçükler için zararlı olduğu savlanan besinler neden büyüklere zarar vermiyor?
Yine yasaklar başlığıyla düzenlenen maddenin c bendine göre, “biyolojik çeşitlilik ve genetik kaynakların korunması amacı için belirlenmiş genetik çeşitlilik merkezleri ile Korunan Alanlarına ve organik tarım yapılan alanlara risk değerlendirmeye dayanarak belirlenecek mesafelerden daha yakın mesafelerde GDO üretimi yasaktır.” Peki Türkiye’nin ulusal ölçekte uygulanan bir biyolojik çeşitlilik ve gen kaynaklarını koruma acil eylem planı var mı? Türkiye’nin biyolojik çeşitlilik ve gen kaynakları envanteri hazırlanmış mı? O Halde bu madde nasıl uygulanacak, bir ülkenin gen kaynakları envanteri ve biyolojik çeşitlilik acil eylem planı uygulaması olmadan yönetmeliklerle koruma alanları belirlenerek, yeni bir hukuksal komediye imza mı atılacak?
BİZ AR-GE DAİRE BAŞKANLIĞI ORGANİK TARIM EKİBİ OLARAK ÜLKEMİZDE GDO’LU ÜRÜN İSTEMİYORUZ. ÇOCUKLARIMIZIN VE BİZİM GELECEĞİMİZİ TEHLİKEYE ATMAK İSTEMİYORSANIZ BU MAİLİ DÜŞÜNÜN VE ÇEVRENİZİDE BİLGİLENDİRİN.
SAYGILARIMIZLA .
Yılmaz Kurt
Samsun İl Özel İdaresi
AR-GE Daire Başkanlığı
AR-GE Uzmanı
Türkiye’de GDO’ların ekimi, dikimi, üretimi ve ithalatı kanunen tamamıyla yasaktır. Ancak, 2003 yılında Türkiye’nin yurt dışından satın aldığı tarım ürünlerine ve bu ürünleri aldığı ülkelere bakacak olursak, satın alınan 800 bin ton soyanın %90’ınınve 1.8 milyon ton mısırın da %80’inin ABD ve Arjantin kaynaklı olduğunu görürüz. ABD ve Arjantin’den elde edilen ürünlerin özellikle de mısır ve soyanın GDO olmama ihtimali oldukça düşüktür. Fakat, Türkiye’de ne gümrüklerde ne de diğer bölgelerde GDO analizi yapabilecek alt yapıya sahip akredite bir laboratuar olmadığından, ithal edilen ürünler kontrolsüz olarak sınırlarımızdan girmektedir.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus da, özellikle mısır ve soya gibi ürünlerin şekerlemeler, asitli içecekler, çocuk mamaları, sebze püreleri vb. birçok hazır gıda maddesinin içinde bulunduğudur. Mısırın 700, soyanın ise 900 çeşit gıda maddesi içinde kullanıldığı düşünülürse transgenik gıdaların dolaylı tüketim miktarının önemi açıkça görülecektir.
SAĞLIK RİSKLERİ
POTANSİYEL ALERJENLİK: GDO’lu bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen ürünlerin meydana getirebileceği risklerin başında alerji gelmektedir. Genetik yapı değişiminde, verici kaynağın alerjen özelliklerinin transfer edilen bitkiye ya da hayvana geçmesi engellenemeyebilir. Nitekim, 1996 yılında, Brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır.
POTANSİYEL TOKSİSİTE: Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, aktarılan yeni gen ürünlerini ve onlardan kaynaklanan sekonder metabolitleri içerdiğinden, potansiyel bir toksisiteye sahiptir. GDO’lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, dokularda birikme durumunda, önemli riskler oluşturmaktadır. Bu genlerin kullanılması pestisit kullanımını ortadan kaldırmıştır. Ancak, bu toksik madde kalıntılarının ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir.
Bu toksinlerin uzun dönemde insan sağlığına olan etkilerine ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. GDO’lu ve normal patateslerle beslenen iki grup farede yapılan çalışmada; normal patateslerle beslenenlerde hiç bir sorun olmamasına karşın, GDO’lu ürünlerle beslenenlerin sindirim sistemlerinde önemli zararlar belirlenmiştir.
POTANSİYEL KANSEROJENLİK: GDO’lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından belirtilmektedir. Özellikle, herbisitlere dayanıklı GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir. Öte yandan, sindirim sisteminde tam olarak sindirilmeden dolaşım sistemine geçerek kan hücreleri aracılığı ile normal genoma katılabilen yabancı DNA parçalarının da hastalıklarda etkili olma ihtimali söz konusudur.
ANTİBİYOTİĞE DAYANIKLI MİKROORGANİZMA OLUŞUMU: Günümüzde kullanılan biyoteknolojik tekniklerle bitkilere aktarılan genlerin büyük bir çoğunluğu bakteri ve virüs kökenlidir. Gen aktarımı esnasında GDO’lu bitkilerin seçilebilmesi amacıyla antibiyotik dayanım izleme genleri kullanılmaktadı r. Ancak, bu antibiyotik dayanım izleme genleri insan ve hayvan bünyesindeki bakterilere yatay olarak geçişiyle onların da genlerinin antibiyotiklere dayanıklı hale dönüştürülmesi gibi sağlık açısından büyük riskler söz konusudur.
BESİN DEĞERİNDE BOZULMA: GDO’lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılırken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan “phytoestrogen” bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO’lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir.
ÇEVRESEL RİSKLER
GDO’lu bitkiler üzerinde en çok tartışılan konuların başında çevreye verebileceği zararlar gelmektedir. Bilim adamlarının çoğu, GDO’lu bitkilerin ekolojik zararlarının olabileceği görüşünde birleşmektedir.
Toprak ve su kirliliği: GDO’lu bitkilerin kalıntılarındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Bu nedenle, toksinlerin diğer organizmaları n besin zincirine katılmaları da söz konusudur. Bazı genlerin ürettiği endotoksinlerin toprakta 33 hafta kaldığı belirlenmiştir. Öte yandan, GDO’lu bitkilerin ikinci kuşak üretimini engellemek amacıyla, uygulanan terminatör teknolojisi gereği, tohumlar üreticiye verilmeden önce yüksek dozda antibiyotik ile bulaştırılmaktadır. Bu tohumların ekilmesiyle toprağa önemli miktarda antibiyotik geçişi söz konusudur. Buğday ve pamuk gibi çok geniş alanlarda ekimi yapılan ürünlerde bu uygulamanın etkisinin ne kadar büyük olacağı açıktır. Klasik herbisitler ürüne de zarar verdiğinden, üreticiler tarafından son derece dikkatli ve düşük dozda kullanılır. GDO’lu çeşitler ot öldürücülere dayanıklı olduklarından, ürüne zarar vermeyeceği düşüncesiyle, daha fazla ilaç kullanımı söz konusu olmuştur. Denemeler sonucunda, GDO’lu soyalarda herbisit kullanımının bir kaç kat arttığı belirlenmiştir.
Faunada değişim: GDO’lu bitkilerin faunada yararlı akraba türlerin yok olmasına ve yeni zararlı populasyonları nın oluşmasına neden olabileceği tartışılmaktadır. Özellikle, GDO’lu mısırlardaki Bt genlerinin sadece koçan kurtlarına etkili olduğunun söylenmesine karşın, mısır bitkilerinin arasında yetişen ve üzerinde bol miktarda mısır çiçektozu bulunan “Asclepias” adı verilen bitkilerle beslenen kral kelebeklerinin de öldüğü görülmüştür. Ayrıca, yararlı böceklerden olan “Ladybugs” (hanım böceği) ve “Lacewing” gibi böceklerin öldüğü, bu böceklerle beslenen arı ve kuşların da zarar gördüğü saptanmıştır. Bilindiği gibi, dayanıklı çeşitlerin oluşturduğu baskı sonucunda zararlılar zamanla tepkilerini değiştirebilmektedir. Bu durumda hem GDO’lu bitkiler etkisiz hale gelmekte, hem de biyolojik savaşta Bt bakterilerinden yararlanma imkânı ortadan kalkmaktadır.
Mikrorganizmalarda değişim: Antibiyotiklere dayanım izleme genlerinin toprak bakterilerine geçmesi ya da terminatör teknolojisi gereği toprağa verilen yüksek dozdaki antibiyotiklerin baskısı nedeniyle dayanıklı yeni bakteri tiplerinin oluşma ihtimali her zaman vardır. Virüslere dayanıklı olarak geliştirilen GDO’lu bitkilerin, başka virüs tiplerinin ortaya çıkmasına neden olabileceği Michigan Üniversitesi’nde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Virüs genleri, diğer virüs ve retrovirüslerin genleri ile karışabilmekte, bunun sonucunda da patojeniteleri artmış yeni virüsler oluşabilmektedir. Bu gen karışımının 8 hafta gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceği deneysel olarak kanıtlanmıştır. Öte yandan, “Cauflower Mosaic” virüsü GDO’lu mısır, pamuk ve kolzalarda yaygın olarak kullanılmaktadı r. “Pararetrovirü sler” grubundan olan bu virüsün, hepatit-B ve HIV virüsleri ile büyük benzerlik göstermesi, konunun önemini daha da artırmaktadır.
Florada değişim: Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir. Çiçektozları, genetik kirlilikte en önemli etkendir. Mısır çiçektozlarının rüzgarın etkisi ile canlı olarak 1 km uzağa gidebildiği, yoncada arıların çiçektozlarını canlı olarak 2-3 mil uzağa taşıdıkları deneysel olarak belirlenmiştir. Genetik olarak değiştirilmiş bitki çiçektozlarının rüzgâr, kuş, arı, böcek, mantar ve bakterilerce taşınması sonucunda kilometrelerce uzaktaki bitki türleri de etkilenecek ve genetik bir kirlilik ortaya çıkabilecektir. GDO’lu ürünlerden gen geçişleri yabani türlerin özelliklerini bozacak ve bitkisel gen kaynaklarının geri dönülmesi zor bir zararla karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Ayrıca, GDO’lu bitkilerdeki herbisitlere dayanıklılık genlerinin yabani akrabaları olan otlara geçmesiyle, tarımsal mücadele güçlüklerle karşılaşabilecektir. GDO’lu mısırlardan yabani mısır türlerine gen bulaştığına ilişkin resmi raporlar yayınlanmaya başlanmıştır.Yabani floradaki genetik yapı değişiklikleri, onların gen kaynağı olarak değerini tamamen yok edebilir. Arkansas Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, GDO’lu çeltikten, çeltiğin yabani gen kaynağı olan kırmızı çeltiğe gen geçişinin olduğu belirlenmiştir. GDO’lu bitkiler için geliştirilen herbisitler, bu bitkilerin dışındaki tüm bitkileri kesin olarak öldürmektedir. Geniş alanlara uygulanan bu tip herbisitlerden yabani floranın olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Öte yandan, terminatör genlerin akraba türlere çiçektozları ile geçerek onların ikinci yıl tümüyle yok olmalarına neden olması yüksek bir ihtimaldir. GDO’lu bitkilerden kaynaklanabilecek genetik kirlilik, birçok yabani türün anavatanı olan Türkiye için ayrı bir önem taşımaktadır.
Variyabilite ve beklenmeyen sonuçlar: Ekosistemler son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Özellikle, GDO’lu bitkiler gibi, yeni organizmaları n sistem içine girmesiyle bazı bilinmeyen risklerin ortaya çıkması beklenebilir. Bu zamana ve yere bağlı olarak türler arası gen akışının sonucunda ortaya çıkabilecek gen etkileşimlerinden kaynaklanmakta olup, populasyonda değişik bir karakterin ortaya çıkma ihtimali her zaman söz konusudur.
SOSYO – EKONOMİK RİSKLER
Pahalılık: GDO’lu ürünlerin tohumları, GDO’lu olmayanlara göre, %25 ile %100 arasında daha pahalı olup her yıl yenilenme zorunluluğu söz konusudur. Fiyatının yüksek olması nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir.
Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı: Bitkisel üretimin GDO’lu çeşitlere dayandırılması, geleneksel tarımda yerel çeşitlerin kullanımında önemli azalmalara neden olabileceği gibi, tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık sorununu da doğuracaktır.
Tohumluğun her yıl yenilenmesi: GDO’lu çeşitlerin sahip olduğu “terminatör gen” sistemi nedeniyle, tohumluk üretiminin çiftçiler tarafından yapılması olanaksızdır. Bu nedenle, tohumluğun üretici firmadan her yıl alınması zorunludur.
Çeşit karışımı: Aynı bölgede klasik ve GDO’lu çeşitlerin bir arada ekilmeleri halinde, çiçektozları nedeniyle, birbirlerine karışmaları kaçınılmazdır. Bu durumda, üreticilerin istedikleri tip ürünü özelliklerini bozmadan yetiştirmeleri imkânsız hale gelebilecektir. Bunlardan elde edilen ürünlerin de karışık olma olasılığı çok yüksek olacak ve tüketici açısından da önemli bir risk oluşturabilecektir.
GDO’lu çeşit yetiştiren ülke konumuna gelinmesi: Birçok Avrupa ülkesi, GDO’lu ürün yetiştirmeyen ülkelerden bile, dışalım yaptıkları ürünler için “Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizma” değildir belgesi istemektedir. Bu çeşitlerin yetiştirilmesi halinde, klasik ürünlerin pazarlanması da önemli ölçüde zorlaşacaktır.
DİN VE ETİK BAKIMINDAN KONUNUN SORGULANMASI:
Müslümanlar ve Museviler domuz eti ve türevlerini tüketmedikleri için domuz geni karıştırılmış ürünlerden de yemek istemeyeceklerdir. Ayrıca Müslümanlar bazı böcek ve hayvan genlerinin kullanıldığı ürünlere karşı da rezerv koyacaklardır. Aynı şekilde vejeteryanlar ise hayvansal gen içeren tüm bitkisel ürünleri tüketmek istemeyecektir. Bu durumda GDO’lu ürünlerin etiketlerinde gerekli bilgilerin doğru ve açık bir şekilde verilmesi bir insanlık görevi olarak ortaya çıkmaktadır.
Biyogüvenlik Yasa Tasarısı
Taslağa zemin hazırlayan çalışmalara baktığımızda biyogüvenlik hukukunun, şirketlerin çıkarlarını gözeterek hazırlanacağı belliydi. Ancak gerek ulusal hazırlıkların gerekse de uluslararası düzenlemelerin GDO’lu ürünlerin Türkiye’de serbest dolaşımını zorunlu kıldığı söylenemezdi.
Taslağa hukuki meşruiyet sağlayan, Biyolojik Çeşitliliğin Korunmasına Dair Sözleşmenin eki niteliğinde olan ve Türkiye’nin de onaylayarak yürürlüğe koyduğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolünün dayandığı ihtiyatilik prensibine göre de ülkeler GDO’lu ürünleri üretmek, dağıtmak, Pazar açmak zorunda değillerdi. Bu ilkeye göre: Güvenlik konusunda bir bilimsel bilgi ya da uzlaşı eksikliği olduğunda, ülkelerin GD organizmaların ithalatını ve kullanımını yasaklama ya da sınırlandırma hakkı vardır.
Şimdiki mevcut tasarıyı hazırlayanları n iddiasına göre ise Cartagena Sözleşmesini imzaladığımıza göre böyle bir yasa çıkartmamız gerekiyordu. Evet Biyogüvenlik sistemine ihtiyaç duyduğumuz kesin. Bu sistemi işletecek bir kuruma da gereksinim var. Yasa tasarısı eğer sadece bu sistemi kurmak gibi bir amaç edinmişse, ki tasarı taslağının amaç maddesinde bu dile getiriliyor. Neden Transgenik ürünlerin zararsız olduğuna dair bilimsel ve toplumsal bir mutabakat sağlanmadan GDO’lu ürünlerin üretimine, dağıtımına, işlenmesine, pazarlanmasına izin veriliyor?
GDO’lu ürünlere pazar yaratma kaygısının taslağın içine işlenmesi mevcut ekonomik ve yasal zorunluluklardan da kaynaklanmadığına göre durumun politik irade zaafiyetinden başka bir şey olmadığı kolayca söylenebilir.
Tasarı taslağının tek hukuksal ve politik zafiyeti bu kadar değil elbette. Bilindiği gibi biyogüvenlik sistemi hangi toplumsal sınıfın çıkarlarını korursa korusun, gıda güvenliği, insan, hayan, ve bitki sağlığı ile ilgili tüm düzenlemeleri içine alacak şekilde oluşturulmalıdır. Buna karşın hazırlanan tasarı taslağında ne gıda egemenliği ne gıda güvenliğine ilişkin doğrudan bir düzenleme yok. Bu kadar da değil elbette. İnsan hastalıklarının teşhis ve tedavisinde kullanılan tıbbi ürünler ile veteriner tıbbi ürünleri kanun kapsamı dışında tutularak biyogüvenlik sistemi baştan, işlemez bir zemine oturuyor.
Taslakla ilgili diğer bir önemli noktada yasakların düzenlendiği 11. maddeye ilgili. Bu maddenin b bendine göre, “GDO ve ürünlerinin, bebek ürünleri ile küçük çocuk ek besinlerinde kullanılmak üzere özellikle geliştirilmiş olanlar hariç, bebek mamalarında ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanımı, bu tür ürünleri içeren bebek mamalarının ve küçük çocuk ek besinlerinin ithalatı ve ülke içinde dağıtımı yasaktır.” deniyor. Bu maddenin GDO’lu ürünlerin riskleri konusunda bir itiraftan başka bir şey olmadığı açık: Küçük çocuklar yemesin ama yetişkin insanlar tüketebilir anlayışı nasıl bir insan metabolizması algısından besleniyor acaba? Küçükler için zararlı olduğu savlanan besinler neden büyüklere zarar vermiyor?
Yine yasaklar başlığıyla düzenlenen maddenin c bendine göre, “biyolojik çeşitlilik ve genetik kaynakların korunması amacı için belirlenmiş genetik çeşitlilik merkezleri ile Korunan Alanlarına ve organik tarım yapılan alanlara risk değerlendirmeye dayanarak belirlenecek mesafelerden daha yakın mesafelerde GDO üretimi yasaktır.” Peki Türkiye’nin ulusal ölçekte uygulanan bir biyolojik çeşitlilik ve gen kaynaklarını koruma acil eylem planı var mı? Türkiye’nin biyolojik çeşitlilik ve gen kaynakları envanteri hazırlanmış mı? O Halde bu madde nasıl uygulanacak, bir ülkenin gen kaynakları envanteri ve biyolojik çeşitlilik acil eylem planı uygulaması olmadan yönetmeliklerle koruma alanları belirlenerek, yeni bir hukuksal komediye imza mı atılacak?
BİZ AR-GE DAİRE BAŞKANLIĞI ORGANİK TARIM EKİBİ OLARAK ÜLKEMİZDE GDO’LU ÜRÜN İSTEMİYORUZ. ÇOCUKLARIMIZIN VE BİZİM GELECEĞİMİZİ TEHLİKEYE ATMAK İSTEMİYORSANIZ BU MAİLİ DÜŞÜNÜN VE ÇEVRENİZİDE BİLGİLENDİRİN.
SAYGILARIMIZLA .
Yılmaz Kurt
Samsun İl Özel İdaresi
AR-GE Daire Başkanlığı
AR-GE Uzmanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder